Bu Blogda Ara

28 Aralık 2013 Cumartesi

Başlangıç - Bitiş

   Her şey dürtüden başlar. Yavaş yavaş yayılır, anlamazsın ne olduğunu bir bakmışsın vücudundadır. Atamazsın pislikleri; pislikler var olmak için yaşarlar, yaşam kaynağıdırlar. Hepsi bir bütün işte, başlangıçtan bitişe kadar koca bir bütün. Aksattığın zaman parçalanıyor bütünlük, dağılmaya başlıyor. Zaman ayırmak, en önemlisi kendini ayırman gerekiyor.
Tabi ki bu fedakarlığı yapıyorsun. Ama sadece rahatlatıyor seni, eskisi gibi gülümsemiyor suratına. Gülümsemediği zaman anlaşmak bile zor oluyor. Bundan dolayı daha çok baskı yapıyorsun ve daha çok yüklenmeye başlıyorsun. Sonuç getirmiyor, sadece karanlığa düşüyorsun. Düştükçe daha çok karanlık oluyor. Sonunda bir ışık var ama gitmek herkes için çok zor. Karanlığa alıştıktan sonra aydınlanmak iyi bir tercih olarak durmuyor.
   EVET ; karanlıkta hiç bir şey yapmadan yaşlanmak. Sınır olmayan duvarlarla kurulan en yakın ilişki. Sınırsız bir dünya ; gülümsemese bile rahatına diyecek yok. Böyle olunca fazla diyecek bir şey de kalmıyor, yayıldığı gibi kapanıyor.

- basit şeyler -

13 Aralık 2013 Cuma

Yollardan Kalan


   Bu soğuk havada, kıçımı kaldırıp yollara düşmüşsem önemli bir durum var demektir. Önemli bir durum varsa, benim yol boyunca bu soruna kafa patlatmam gerekir. Yani sorumluluk alıp, bu yolculuğu pişmanlıkla geçirmem gerekir. Hatta mola verip bir iki nefes yada bir iki yudum bir şey içmemin şart olması da gerekir. Peki, ben bekleyen bu kadar şey varken ne yapıyorum ? - Sadece mola verip, bir iki yudum alıp yoluma devam ediyorum. Yolculuk, sonrasında farklı bir hal alıyor beklendik şekilde. Araç bir o tarafa bir bu tarafa giderken aslında olmaması gereken şeylerin de farkına varıyorum. Hatta zamanın farkına varıyorum, sabah oluyor.

   Zamanın farkına varmam dolayısıyla olmaması gerekenlerden bir liste yapayım :

  • bu havada kıçıma kaldırıp yollara düşmemeliydim
  • önemli durum yaratacak kadar hayatın içine atılmamalıydım
  • kafamı erkenden patlatmamalıydım, sonradan çok lazım olucak
  • sorumluluk almayı planlamak doğruydu ama yanlış daha çekici gelmemeliydi
  • zamanında yapmak gibi bir eylem varken hayatlar bekletilmemeliydi
  • güneş ışığını sevmiyorum sabah hiç olmamalıydı
  • bağzı insanlarla kahve içmemeliydim. değil kırk, dört gün hatır kalmıyor
  • leyla ile mecnun efsanesi penguenlere kurban gitmemeliydi
  • kar yağıyor güzel ama Van hiç üşümemeliydi
  • akılsız insan yaratmak için akıllı telefon icat edilmemeliydi
  • Q7, Beşiktaş'tan gönderilmemeliydi
  • adaleti temsil edenler işinin başında uyumamalıydı
  • devletin vatandaşları anasını alıp gitmemeliydi
  • eşini döven erkekler dünyaya gelmemeliydi
  • dünya üzerinde hiçbir bebek ölüme terk edilmemeliydi
  • insan olarak doğan biri, devlet adamı olduktan sonra yaratık olmamalıydı
  • hiç unutmadan; Ali İsmail ve nicesi katledilmemeliydi...
-meli - malı derken bu yolun da sonuna geldik. Elimizde kalan; olmaması gerekenlerden bir liste ve olması gerekenlerden bir hayat. MORNİNG

6 Aralık 2013 Cuma

Sormak deli işidir...


  


  Sormak deli işidir...

   

    Arada sadece soruyorum hem de fazlasıyla sadece. Başlangıçta berrak gözüküyor her şey ama sona yaklaştıkça buğulanıyor. Belki bu yüzden soru soranlar deli olarak kayıplara karışıyor. Başlangıçtaki berraklık soru havuzuna çekiyor insanı. Berraklık bozuldukça önünü göremediğin havuzda boğulup kalıyorsun ve deliriyorsun.

    Evet, kesinleştirdim ifadeleri. Bende, boğulma aşamasına atladım ve bundan dolayı tebrik ediyorum kendimi. Ne yapsaydım ya boğulmayıp ? Koyulmuş olan kurallara, dayatılmış olan hayatlara rağmen yaşamaya devam mı etseydim ? Hayır hayır... Bence boğulmak, evet delirmek daha onurlu bir seçenek. Onur'lu olan seçenekler, doğru olanlar değildir merak etmeyin. Doğru olanı seçmek gibi bir felsefem de yoktu zaten hiç. Topraktan gelmişlerin koyduğu doğru sınırı ilgilendirmiyordu çünkü beni. Yanlış yapıyorsun desinler istedikleri kadar, ne fark eder ? Doğru yapıyorsun dediklerinde bir bok değişmiyor nasıl olsa. Sadece bununla yetinmeyip daha fazla doğru istiyorlar. Yani daha fazla kullanmak, daha fazla ruhları kirletmek. En azından yanlış yaptığında uzaklaşıyor tanrının melekleri ve gerçek olanlarla yalnız kalıyorsun.

   Kaldım işte anlayacağım. Kaldığıma göre kendime konuşuyorum artık; meleklerin verdiği rahatsızlık bitti. Kendimi de yargılıyorum, ne ala işte. Nereden geldiği belli olmayan bir bedeni yargılamak kendimden başkasına düşmez zaten.Kirletmenin başkasına düşmeyeceği gibi. Neyse, hakimi olduğum davamın saati yaklaşıyor. Gidip biraz kendimi suçlayayım...

-Akıllı kalanlara onursuz günler dileğiyle !

26 Kasım 2013 Salı

Oradan Oraya Taşın Kerameti


   Bağımlılık dediğin şey, yansımasıdır yalnızlığın. Bağımlılıktır yalnızlık, yalnızlıktır bağımlılık. Zor düşlerin içinden çıkmaktır bazen hayat, uyanmaya çalışmaktır karanlıklardan. Ver düşlerini , bırak okyanusa. Kim tutar ki ? Zor değil nasıl olsa kelebeklerin ölmesi . Zor değil nasıl olsa insanların sevilmesi.
   Takdir edersiniz ki kafamda çift kale maç yapılıyor olabilir. Bundandır gamsızlığım, dert etmeyin 45 dakikası var. İlk yarı defansa çekilen bizler ikinci yarı topu gökten sokarız filelere. Kontra atak çocuklarıyız,semtimizin delikanlısıyız. Neyse daha fazla karışık cümle kurmayayım da amaçtan sapmayayım.

   Yıkık dökük binaları olan sokakların, ağır abilerin cillop gibi ayakkabılarıyla volta attığı semtlerin aşığıyım ben. Sevmem tek odanın içindeki kalabalığı ; o tek odada bir ben bir de yıkık semtim olmalıdır. İşte o semtin yıkık günlerinden birinde eski Rus malikanesinin orospusuna aşık oldu arkadaşım. Aşk ama ne aşk; sevişme hayali bile kurmazdı çocuk. Dedim olum erkeksin vur mala , derdi yok aga ben hissiyata önem veririm. E ulan seks his değil mi orgazm olurken ne hatırlıyorsun pezevenk ? Yok ben onun yüzüne bakarım, e dedim bak paşa keyfin bilir.
   Türlerin şeytanı, insanların en yamuğu kadını seversen sonra o sana bir güzel tekme atar koçum hiç merak etme. Harbiden etme ama merak adamı öldürür hele işin ucunda kadın varsa. Yaşamaya bakacaksın, metropollerde yirmi milyon insan var ama hayat sana üç kişiden ibaret geliyor. Mantıklı mı dersen değil, herhangi bir metronun yürüyen merdiveninde ezilir geçersin vallahi. Teknoloji bozdu be olum bizi.

    İnsan aşkının adını facebooktan aratırmı ulan ? Aşk dediğin kokulu mektuplarda gizli gizli yaşanır. Sen aşığım diyorsun ama arama motoruna konuşuyorsun birader. Sonra üçgen de üçgen ne üçgeni ? Akşam sardığın tek üçlüyle üçgen diye tutturuyorsun, üçlü o üçlü. Vur araba tokadı , yala kağıttan biraz sonra düş yollara. Git sevdiğinin kapısına “çık lan kadın gel benimle” de . Ama teknolojiyi siktir et; orada mesaj atma wapsaptan. Taş at camlara, taş at devlete, taş at beynine. Keramet taşta nasıl olsa....

6 Kasım 2013 Çarşamba

Karmaşık Üçlü

   Sarmaşık halinde uzayan fikirlerin uçsuz bucaksız yerlere dadandığı günlerden biriydi. Ne düşünceler masumdu ne insanlar suçluydu. Cennet ile cehennemin arasında kalmıştık bir nevi. Ceza- ödül çelişkisi yaşamla ölüm arasında gidip geliyordu. Her birinin kalp atışı farklıydı çünkü hayatlar aynı derecede acı çekmezdi. Peki insanlar o hayatların içinde ne kadar büyük role sahiplerdi ?

Bir annenin oğluna olan söz hakkı, bir şeytanın erkeğinde olan söz hakkı... O hakkın seviyesinde bir güce sahip miydik kendi hayatlarımızda ? Sanırım değildik ; karakterleri biz yaratmıyorduk. Karakterler hayata aniden gelen dönemlik yaratıklardı . Ve biz uzun süre ayakta kalmaya çalışarak onlarla kanlı bir çatışma içerisine girmeyi seçmiştik. Karakterler de ağlardı hayatın sahipleri de . Bu savaşta tek taraf kazanmıyordu; günlük galibiyetler şarap niyetine içiliyordu kana kana.
Günlük hayatların ekseninde dengesizliğe bağımlı bir ömre sahip olmuştuk. Ve ömre değer biçip satmak için çok geçti ondan vazgeçmenin tek yolu kesip atmaktı. Kesip atmanın tek yolu savaşa savaşa kaybetmek yada kazanmaktı.


Ve sonrasında ne olacaktı ? Kaybettikten sonra dinlenmeye mi çekilecektik yahut kazandıktan sonra kutlama mı yapacaktık ? Tabi ki hayır tekrar bir savaşın içinde bulacaktık kendimizi. Kaybettiysek intikam savaşı , kazandıysak boşluk savaşı. Yani rahat batan insanoğlunun topu topu kendi bokluğunu yaratmasıydı hikaye. Aslında hiç yoktu hikaye çünkü yazan biz değildik, karakterler geçici hayatın sahibi ölümlüydü. Karakter geçti gitti, sahip yaşlı bir ağacın altında ölü bulundu , söz hakkıysa kimindi hala soru işareti olarak kaldı.

17 Eylül 2013 Salı


Kararsız Bir Gece...

Koşma dedim. Dur, dinlen biraz daha geçilecek yol var adım atmak istemediğin benim yollarım; benim tercih edip senin yardım ettiğin. Ben burada tercih eden bencil, sen ise yardım eden insancıl duygular yani ikimiz birleşince bir işe yaraya biliyoruz. Ama ne kadar birleşse de içlerinde ayrık yaşayanlar var onlar geceleri gözlerini açıyorlar. Sabahları sevmiyorlar çünkü güneş onlara adil davranmıyor; güneşin adil davrandığı tek şey kolektif bitkiler topluluğu. Neyse ki biz büyümek istemiyoruz bitkiler gibi, kim ister ki sorumluluğu bu halde bile zor başa çıkılan insancıl duyguların daha da büyüyüp kulaklarımızı istila etmesini?
   Ben istemem, sen istemezsin, o istemez kısacası birinci şahıslar. Birinci olmak zordur çünkü arkandan kimsenin yetişmemesi için tek şahıs olunmalıdır. Ben bu gece tek şahısım mesela; emek harcayamayan mükemmel tek şahıs. Lakin bir orospu paraya nasıl kapılıyorsa arada insanlığa kapılan siktir edemediğim bir ön yanım var.
   Ruhumun kaşarlığının tuttuğu sıralarda ön yanım kontrolü eline almaya çalışıyor. Sonra yanımda eriyip giden mumdan insanlara bakıyorum ve onlar eridikçe gerçek yanım( ben )ortaya çıkıp bağırıyor : "Eriyenlerin tanrısı hiç adil davranmadı dürüst olan benim tanrım " ! Ona da hak veriyorum ara ara, taciz edilmekten hoşlanmıyor bu kişiliğini bozan yegâne öge oluyor bir süre sonra. Bozulmayı istemiyor, kendini kaptırsa insanlığa içinde başlayan savaş dünyaya virüs gibi yayılacak ve dengeleri değiştirecek.
   Bunun için her kişinin yaratılışında olan bencilliği kaybetmemek benim, onun, senin ilk tercihleri. KAYBETMEK istemiyor hiç kimse, iyilikleri yer altına gömüp zafer ilan etmek istiyor insanlar. Zaferler bizi tatmin eden tek cinsellik ve karşı koyamayıp ruhumuzu iyilik- bencillik diye ayırmak bizim tek çaremiz.  Evet dünyanın sonu gelse bile bütün olamayacağız kendimizle ya iyilik ya bencillik!

14 Eylül 2013 Cumartesi

Güneşe Akın


   İşin kolayını bilen daha doğrusu rahat yaşamaya alışmış insanlar rahatsız edildiğinde başka bir kişiliğe bürünebilir. Yıllardır içlerinde uyuyan sokak çocuğu uyanabilir ve bu otoritenin hiç hoşuna giden bir davranış olmaz. Peki, bu kadar büyük bir gizemi uyandıran ne olabilir hiç düşündünüz mü? Düşünülse bile inanılır gibi gelmez akla mantığa. Çünkü gerçek olamaz bir annenin beş çocuğunu, bir abinin beş kardeşini hatta bir kadının beş sevdiğini kaybetmesi. Lakin bu yaz öyle bir soğukla geldi ki doğrularımız değişti gerçeklerimiz değişti. İnanır olduk bir gaz fişeğiyle yahut sopayla insanların öldürülebileceğine. Ve bu yaz hepimizi değiştirdi içimizdeki sokak çocuğunu dışına vurdurdu.

   Anlamamıştık ilk başta neden nefes alamadığımızı anlamamıştık Ahmet’in neden vurulduğunu. Her insanın kendi fikirleri kendi inançları vardı bizim gözümüzde ama biz düşüncelerimizi korumak için apartmanlara sığınıyorduk. Neresi adildi bunun sokak çocuğu ne derdi taca atılan topun gol sayılmasına?
Durun dedi çocuklar, durun kaçmayın gelin omuz omuza olalım diye haykırdılar. Haykırırken hiç korkmadılar cesaretlenmişti artık onlar. Temiz hava alabilmek için biber gazı yemeye yaşamak için kask takmaya alışmışlardı. Her şey güzel gidiyordu ama bir anda gök gürültüsü koptu ve kandan oluşan yağmurlar üzerlerine yağmaya başladı. Beş arkadaşının sesini duyamıyorlardı artık gök getiriyordu arkadaşlarının haberlerini onlara. Bulutlar kararıyordu güneş üzgün bir şekilde doğuyordu günler eskisi gibi değildi. Bazılarıysa sessizdi düğümlenmişti boğazları ama o yağmur tekrar başladı o gök tekrar gürleri “durmayın” dedi. Ve beş arkadaşının fısıltısını işittiler : “ Düşüncelerinizi yaşatmazsanız, hayatınıza sahip çıkmazsanız bizde unutuluruz “ .

   Sokaklar yine çocuklarıyla dolmaya başladı, bu sefer tam kadroydular beş arkadaşları da yanındaydı. Güz başka geliyordu; bu sefer üşütecekti belki çocukları ama sonunda güneşi gösterecekti. Bir bildikleri buydu işte yılardır yaşadıkları karanlıktan aydınlığın gözüktüğüydü.

   Ve bu bilinçle aydınlığa daha hızlı koşacaklar, engelleri daha hızlı aşacaklar. Artık akınları karanlığı parçalamaya başladı. Yani şairin de dediği gibi : “ Çocuklar inanın, inanın çocuklar güzel günler göreceğiz güneşli günler “ .