Bu Blogda Ara

6 Kasım 2013 Çarşamba

Karmaşık Üçlü

   Sarmaşık halinde uzayan fikirlerin uçsuz bucaksız yerlere dadandığı günlerden biriydi. Ne düşünceler masumdu ne insanlar suçluydu. Cennet ile cehennemin arasında kalmıştık bir nevi. Ceza- ödül çelişkisi yaşamla ölüm arasında gidip geliyordu. Her birinin kalp atışı farklıydı çünkü hayatlar aynı derecede acı çekmezdi. Peki insanlar o hayatların içinde ne kadar büyük role sahiplerdi ?

Bir annenin oğluna olan söz hakkı, bir şeytanın erkeğinde olan söz hakkı... O hakkın seviyesinde bir güce sahip miydik kendi hayatlarımızda ? Sanırım değildik ; karakterleri biz yaratmıyorduk. Karakterler hayata aniden gelen dönemlik yaratıklardı . Ve biz uzun süre ayakta kalmaya çalışarak onlarla kanlı bir çatışma içerisine girmeyi seçmiştik. Karakterler de ağlardı hayatın sahipleri de . Bu savaşta tek taraf kazanmıyordu; günlük galibiyetler şarap niyetine içiliyordu kana kana.
Günlük hayatların ekseninde dengesizliğe bağımlı bir ömre sahip olmuştuk. Ve ömre değer biçip satmak için çok geçti ondan vazgeçmenin tek yolu kesip atmaktı. Kesip atmanın tek yolu savaşa savaşa kaybetmek yada kazanmaktı.


Ve sonrasında ne olacaktı ? Kaybettikten sonra dinlenmeye mi çekilecektik yahut kazandıktan sonra kutlama mı yapacaktık ? Tabi ki hayır tekrar bir savaşın içinde bulacaktık kendimizi. Kaybettiysek intikam savaşı , kazandıysak boşluk savaşı. Yani rahat batan insanoğlunun topu topu kendi bokluğunu yaratmasıydı hikaye. Aslında hiç yoktu hikaye çünkü yazan biz değildik, karakterler geçici hayatın sahibi ölümlüydü. Karakter geçti gitti, sahip yaşlı bir ağacın altında ölü bulundu , söz hakkıysa kimindi hala soru işareti olarak kaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder