Bu Blogda Ara

26 Kasım 2013 Salı

Oradan Oraya Taşın Kerameti


   Bağımlılık dediğin şey, yansımasıdır yalnızlığın. Bağımlılıktır yalnızlık, yalnızlıktır bağımlılık. Zor düşlerin içinden çıkmaktır bazen hayat, uyanmaya çalışmaktır karanlıklardan. Ver düşlerini , bırak okyanusa. Kim tutar ki ? Zor değil nasıl olsa kelebeklerin ölmesi . Zor değil nasıl olsa insanların sevilmesi.
   Takdir edersiniz ki kafamda çift kale maç yapılıyor olabilir. Bundandır gamsızlığım, dert etmeyin 45 dakikası var. İlk yarı defansa çekilen bizler ikinci yarı topu gökten sokarız filelere. Kontra atak çocuklarıyız,semtimizin delikanlısıyız. Neyse daha fazla karışık cümle kurmayayım da amaçtan sapmayayım.

   Yıkık dökük binaları olan sokakların, ağır abilerin cillop gibi ayakkabılarıyla volta attığı semtlerin aşığıyım ben. Sevmem tek odanın içindeki kalabalığı ; o tek odada bir ben bir de yıkık semtim olmalıdır. İşte o semtin yıkık günlerinden birinde eski Rus malikanesinin orospusuna aşık oldu arkadaşım. Aşk ama ne aşk; sevişme hayali bile kurmazdı çocuk. Dedim olum erkeksin vur mala , derdi yok aga ben hissiyata önem veririm. E ulan seks his değil mi orgazm olurken ne hatırlıyorsun pezevenk ? Yok ben onun yüzüne bakarım, e dedim bak paşa keyfin bilir.
   Türlerin şeytanı, insanların en yamuğu kadını seversen sonra o sana bir güzel tekme atar koçum hiç merak etme. Harbiden etme ama merak adamı öldürür hele işin ucunda kadın varsa. Yaşamaya bakacaksın, metropollerde yirmi milyon insan var ama hayat sana üç kişiden ibaret geliyor. Mantıklı mı dersen değil, herhangi bir metronun yürüyen merdiveninde ezilir geçersin vallahi. Teknoloji bozdu be olum bizi.

    İnsan aşkının adını facebooktan aratırmı ulan ? Aşk dediğin kokulu mektuplarda gizli gizli yaşanır. Sen aşığım diyorsun ama arama motoruna konuşuyorsun birader. Sonra üçgen de üçgen ne üçgeni ? Akşam sardığın tek üçlüyle üçgen diye tutturuyorsun, üçlü o üçlü. Vur araba tokadı , yala kağıttan biraz sonra düş yollara. Git sevdiğinin kapısına “çık lan kadın gel benimle” de . Ama teknolojiyi siktir et; orada mesaj atma wapsaptan. Taş at camlara, taş at devlete, taş at beynine. Keramet taşta nasıl olsa....

6 Kasım 2013 Çarşamba

Karmaşık Üçlü

   Sarmaşık halinde uzayan fikirlerin uçsuz bucaksız yerlere dadandığı günlerden biriydi. Ne düşünceler masumdu ne insanlar suçluydu. Cennet ile cehennemin arasında kalmıştık bir nevi. Ceza- ödül çelişkisi yaşamla ölüm arasında gidip geliyordu. Her birinin kalp atışı farklıydı çünkü hayatlar aynı derecede acı çekmezdi. Peki insanlar o hayatların içinde ne kadar büyük role sahiplerdi ?

Bir annenin oğluna olan söz hakkı, bir şeytanın erkeğinde olan söz hakkı... O hakkın seviyesinde bir güce sahip miydik kendi hayatlarımızda ? Sanırım değildik ; karakterleri biz yaratmıyorduk. Karakterler hayata aniden gelen dönemlik yaratıklardı . Ve biz uzun süre ayakta kalmaya çalışarak onlarla kanlı bir çatışma içerisine girmeyi seçmiştik. Karakterler de ağlardı hayatın sahipleri de . Bu savaşta tek taraf kazanmıyordu; günlük galibiyetler şarap niyetine içiliyordu kana kana.
Günlük hayatların ekseninde dengesizliğe bağımlı bir ömre sahip olmuştuk. Ve ömre değer biçip satmak için çok geçti ondan vazgeçmenin tek yolu kesip atmaktı. Kesip atmanın tek yolu savaşa savaşa kaybetmek yada kazanmaktı.


Ve sonrasında ne olacaktı ? Kaybettikten sonra dinlenmeye mi çekilecektik yahut kazandıktan sonra kutlama mı yapacaktık ? Tabi ki hayır tekrar bir savaşın içinde bulacaktık kendimizi. Kaybettiysek intikam savaşı , kazandıysak boşluk savaşı. Yani rahat batan insanoğlunun topu topu kendi bokluğunu yaratmasıydı hikaye. Aslında hiç yoktu hikaye çünkü yazan biz değildik, karakterler geçici hayatın sahibi ölümlüydü. Karakter geçti gitti, sahip yaşlı bir ağacın altında ölü bulundu , söz hakkıysa kimindi hala soru işareti olarak kaldı.